‘Çarşıda Kesat, Şehirde Fesat..’ Hilmi Yavuz

Ahmet Cevdet Paşa’nın ‘kriz’ karşılığında ‘buhran’ kelimesini uydurmasından önce de Osmanlı’da, adına ‘kriz’ denilmeyen birtakım buhranlar yaşanmaktaydı. Sabri Ülgener hocanın deyişiyle, ‘darlık buhranları’!.. Osmanlı kaynaklarına bakıldığında, piyasalardaki ekonomik dengesizlik durumlarının, bazan ‘teati-i nas’da halel-i bîkıyas’; bazan ‘bey’ ve şira muamelesinde küllî ihtilal’;bazan da ‘bey’’ ve şiranın mizanı muhtel ve müşevveş’ gibi birtakım deyişlerle tasvir edildiğini, yine Ülgener’in ‘Darlık Buhranları’ndan öğreniyoruz. Bu deyişlerde durumun, bir soyut kavramla [‘concept’] değil, somut tasvirlerle [‘description’] dilegetirildiğini gözden kaçırmamak gerekiyor;-Osmanlı iktisat düşüncesinin soyut ve teorik bir kavramsal donanımdan mahrum olduğunun tipik bir belirtisi! Ülgener’in öğrencisi Prof. Ahmet Güner Sayar’ın ‘Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması’nda dediği gibi, değil Yeni Osmanlıların [ve elbette ondan öncesinin H.Y.] , daha sonraki entelektüel kuşak içinde yol almış Jön Türkler’in bile ‘ ne teorik iktisattan nasiplerini aldıklarını ne de bizatihi iktisadi süreci anlayabildiklerini’ öne sürmek mümkün değildir! Tıpkı, Adam Smith ve Ricardo’nun iktisadi fikirlerinin, Yeni Osmanlılar’ın teorik esaslarına kaynaklık ettikleri konusunda Bernard Lewis’in iddiasının bir ‘fantezi’den öteye geçmemesi gibi…

Ne Adam Smith, ne Ricardo! İslam dünyasında, rahmetli Cenil Meriç Hoca’nın ifadesiyle, ‘kendi semâsında tek yıldız’ olan bir İbn Haldun vardır. Osmanlı’nın, genelde ‘bey ve şirada küllî ihtilal’ [‘alışverişte toptan bozulma’] diye tasvir ettiği darlık ve buhran durumunu, İbn Haldun, daha 14.yüzyılda, ‘çarşıda kesat’ [‘kesad alâ’s sûk’], ‘şehirde fesat’ [‘mefsedet fi’l-medine’] formulü ile dilegetirir. ‘Mukaddime’nin Pirîzade çevirisindeki ifadeyle, ‘ tüccarın celb ve bey’e arz ettiği emvâl ve eşyaya ragebât-ı nâs kalil olub sûk ve bazar kasid ve beldenin hali fâsit’ [‘tüccarın alıp satışa arz ettiği mal ve eşyaya insanların az rağbet ettiği ve piyasanın kesat ve şehrin halinin fesat] olması! İbn Haldun burada, iktisat teorisininin en basit kurallarından birine işaret ediyor: ‘piyasaya [bazar’a, sûk’a] mal arzının fazlalığına karşılık, talep azlığı’nın, yani ‘işlerin kesat gitmesi’nin, şehir hayatında ortaya çıkardığı ‘fesat’ veya ‘küllî ihtilal’! [Burada, ‘ihtilal’ kelimesinin, bugün kullandığımız anlamda, ‘devrim’ ile hiçbir ilgisi olmadığını da belirtelim: ‘İhtilal’, ‘halel’ yani ‘bozmak’ sülâsî-i mücerredinin ‘iftial’ bâbından ‘halel getirmek’, demektir.]

‘Çarşıda kesat, şehirde fesat! ’İbn Haldun’un ekonomik durgunluğu hârikûlâde bir retorikle ifade ettiği bu formülasyon, iktisadî düzen ile toplumsal düzen arasındaki bağıntıyı içermesi bakımından da yolgöstericidir. Nihat Falay, ‘İbni Haldun’un İktisadi Görüşleri’nde, İbn Haldun’un ekonomik dengesizlik sürecini, hem aşırı bolluk ve ucuzluk, hem de aşırı darlık ve pahalılık bağlamında ele aldığını bildirir ve ‘ daha önemlisi’, der. İbn Haldun’un toplumsal olayların temelinde, iktisadi nedenlerin bulunduğunu hatırlarsak, onun iktisadi dengesizlik-politik çöküş paralelliğini kurması daha da olağanlaşır. Onun için, ‘her devletin son çağlarında umran ve medeniyet ilerler ve ondan sonra kıtlık ve darlıklar gittikçe şiddetlenir’ ifadesi ile iktisadi dengesizliği politik çöküş sürecine bağlamak yerindedir.’’ Kısaca, İbn Haldun bize şunu söylemektedir: ‘Umran ve medeniyetin sonu , açlık ve darlıktır…’

İbn Haldun, neredeyse bugünün ‘kriz’lerini tasvir eder gibidir. Osmanlı’nın rant kapitalizmini temellendiren ‘tüketim’ci [‘istihlak’çi] dünyagörüşünün, burjuva kapitalizminin son yirmi yılda Türkiye Cumhuriyeti’ne dayattığı ‘Tüketim Toplumu’ndan, sonuç itibariyle ne farkı vardır? İbn Haldun, sonucun ‘kesret el mevtan ve’l cuat’ [ölüm ve açlığın artması], Marx ise ‘Massenverelendung’ [kütle halinde sefalet] olduğunu bildirirler. Değişmeyen sonuç bu da, sebep ne peki? Ülgener hoca’yı dinleyelim: ‘İbn Haldun, siyasi gelişme ve olgunlaşma çağlarında istihsal [üretim] cephesinin sağlam ve ayakta kalamayacağını gösteren birçok müşahedelerini sıralıyor: Başta ‘zabt ve siyaset’ hususunun gittikçe zayıflaması; mütegallib, istismarcı [sömürücü] sınıfların istihsal kaynaklarını boydan boya soyma ve sömürmeleri; ağır vergiler; geniş ölçüde servet ve sermaye tahribi ve bütün bunların sonunda istihsalci [üretici] sınıflarda bezginlik belirtileri…’

Bir kere daha yazalım: ‘Çarşıda kesat, şehirde fesat!’ Bir ‘Tüketim Toplumu’ için, işlerin ‘kesat’ olmasından, yani, ‘mal var, ama satın alan yok!’tan daha büyük bir yıkım olabilir mi? Bu, işçi ya da memurdan ziyade ,esnafın protesto eylemlerinde niçin öne çıktıklarını açıklamıyor mu?

Son yirmi yıl, dedim. Bana sorarsanız, post-kapitalist tüketim çağı’nda, Türkiye’nin bir ‘Tüketim Toplumu’na dönüşme süreci, o çok ünlü, ‘eskimiş çoraplarınızı, atın, atın!’ çığırtkanlığı ile başlar. ‘Cam ambalajın atılabilir olmasını bu ‘altın çağ’ın kendisi’ sayan anlayış, Jean Baudrillard’ın harikulade tesbiti ile, ‘çöp sepeti medeniyeti’nin [la civilisation de la poubelle] olmazsa olmaz koşuludur. Geceleri, sokağa bırakılmış olan çöp poşetlerini, işe yarar bir şeyler var mı, diye yoklayıp araştıran çöp toplayıcıları, ‘Tüketim Toplumu’nun sembolik aktörleridir;- Baudrillard’ın ‘tüketim kahramanları’ adını verdiği büyük savurganlar ise , ‘esas oğlanlar’: Sinema, spor ve oyun yıldızları ! Yine Baudrillard’ın ‘Tüketim Toplumu’ndan alıntılayarak söyleyeyim: Tüketim Toplumu’nda ‘bolluğu psikolojik, sosyolojik, ekonomik olarak yöneten kavram, faydalılık değil, ilke olarak, savurganlık’tır!

Görünen o ki, Türkiye’de yaşanan ‘kriz’, savurganlık anlamında ‘bolluk’un , işlerin ‘kesat’ gitmesi anlamında ‘darlık’a dönüşmesinden ibarettir. İbn Haldun’un terimleriyle söylersek, Umran’ın ya da Medeniyetin sonunu işaretleyen Darlık ya da, Kaht da elbette budur!

[Bu yazı 2001 yılında yayımlanmıştır.]

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir