İrade Özgürlüğü

‘Kime aşık olacağını seçemez insan, tıpkı nerede doğacağını seçemeyeceği gibi’ diye yazmış bir arkadaş.

Doğru demiş. İnsan neyi seçebilir ki?
Belki de ona verilen en büyük ceza, minicik beyni ile evreni anlayacağını, özgür olacağını hayal etme yeteneğidir. Hayal gücü alabildiğine geniş ama algıları kısıtlı bir beyinle haddini aşan, çile dolu bir yaşam, sanki bizim alın yazımız gibidir.

Kimse kime aşık olacağını seçemez, evet.
Aşık olmayı veya olmamayı da özgürce seçemez.
Sadece nerede doğacağını değil, milyonlarca şeyi de kendi seçemez. Gideceği okulu, sınıf öğretmenini hatta yiyeceği yemeği bile tam bir özgürlükle seçemez.

Hemen her durumda, insanın seçenekleri sınırlıdır.
Bu gerçeği söylemek, aslında irade özgürlüğünün varsa bile çok ama çok kısıtlı olduğunu da söylemektir. Aşık olmamayı seçmemiz mümkün müdür? Aşık olmadan evlenmek hatta aşksız düzenli bir cinsellik yaşamak olanağı insandan esirgenmişse, aşkın ne hale geldiğini düşünün bir.

Doğru dürüst bir aşkın mesela sevgiye dayandığını öğrenme olanağı da çoğu durumda yoktur. O olanağı bulduğumuzda ise çoktan iş iten geçmiştir. Cazibesi olana illa da ekonomik ve fiziksel çekiciliği olana aşık olmak zaten fıtrattan değilse gelenektendir, adettendir.

Aşk ve evlilik yine de birbirine neredeyse fazlası ile yapışık kavramlar. O zaman, iktisatçıların şu fikrini bu arada biraz düşünmekte yarar var: Her evlilik suboptimal bir tercihi yansıtır. Optimal bu bağlamda, en uygun en etkin en yüksek fayda sağlayan demek. Sub optimal ise bundan aşağıya doğru sapma.

Peki. Neden suboptimaldir her evlilik?
Çünkü her ikisi de var olan tüm olasılıkları dikkate alıp irdelemeden, böyle bir imkanı bulamadan yanı muhtemel tim imkanları deneyip değerlendirmeden karşındaki ile evlenme kararı verir ve ömrünü onunla İster istemez geçirir.

Bu inceleme araştırma nasıl yapılır ki kardeşim, diye celallenmeye meseleyi ahlakla bulandırmaya hiç gerek yok.
Derdim aşka, evliliğe ve güya ona dayanan kutsal aile kurumuna çamur atmak da değil. Mesele şu ki, irade özgürlüğü hele onun daha uyduruk bir türevi olarak son iki yüz yılda icat olunup çokça ciddiye alınıp önemsenmiş milli irade kavramı. O kavrama dayanan dayanan özgürlük ve demokrasi. O denli yaldızlanmış olduklarına bakmayın, kesin bir olguya dayanmazlar; ulaşılacak ideali yapınla kabul dayanan bir hayali ifade ederler. Ve gayet doğal olarak ciddi sınırları vardır.

En keskin ve katı biçimde kader sözcüğü ifade eder o sınırları. Kader değişmez dediğinizde, sınır mutlaktır, hiçbir durumda aşılmaz. Ölüm kaderdir. Coğrafya kaderdir: Grönland denen dünyanın en büyük en soğuk adasında doğsanız kar buz içinde geçer hayatınız, Hindistan’da doğsanız kast kaderinizdir mesela. Doğmak ve belirli bir cinsiyetle doğmak da. Anne babanız, daha az ciddi ölçüde kardeşleriniz kaderdir. Genlerinizi de seçemezsiniz. Erkekseniz doğurgan olmamak, hatta emzirememek.. Kadınsanız erkeksiz ana olamamak. Kader gibi.

Değişmezliği kişiye, zamana ve topluma bağlı sosyal kaderlerden de söz etmek mümkün. Egemen paradigma da kader değil midir?Herkes çocukluğunda toplumunun paradigmasının tutsağı. Sonra içselleştirdiği güya kendi paradigmasının mahpusu ve aynı zamanda gardiyanı olur. Ama insan da paradigmalar da sık ve çok olmasa da değişir.

Afrika’daki falan kabilede doğmak, kabilenin ağaç kabuğundan totemine inanmak ve günü gelince ona kendinizi kurban etmek de, bu anlamda kaderdir. Falan aşiretten, filan milletten veya falanca ümmetten olmak gibi. Kimliğiniz siz doğmadan bellidir. Sonra yenisini çıkarsanız da, pek fazla değişmez. Çünkü aidiyetlerinizin özetidit kimliğiniz.

Kaderin değişmezliği her zaman o kadar da mutlak değil. Zamanla ve imkanla beslenen irade bir şekilde ve en azından birileri için bir şeyleri değiştirebiliyor. Öyleyse özgürlük o alanlar ve o kişiler için kısmen var olabiliyor. Özgür irade o nedenle kısır bir kavram.

Başa dönelim ve soralım:
Aşk diye bir sözcüğün her aptallığı ve bencilliği örtmesine izin veren iki yüzlü bir medeniyette doğmak ve öylece yaşamak da bir tür kader sayılabilir mesela.

Hayatı kutsamak ama dilediğin gibi yaşayamamak…
Arzu ettiğin zamanda ölememek..
Kaderimiz midir?

Dedim ya cezamız, minnacık beyinle sınrsız hayal gücünü aynı bünyede taşımak. Büyük sorulara bulamadığımız yanıtların altında ezilmek..

Karamsarlığa bağladık yine. Yeter bu kadarı.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir