Türkiye’de öğretim ve eğitimin sorunları hiç bitmiyor;-bitmemesi şöyle dursun, yeni sorunlar ekleniyor her defasında…
Önce üniversiteden başlayalım: Türkiye’de üniversiteye giriş koşulları, ister istemez, bilgi ile somut çıkarlar arasında zorunlu bir ilişki kurulmasına neden oluyor. Dikkat etti iseniz, ‘işe yararlılık’ demedim; ‘somut çıkar’ dedim. İşe yararlılık, bilimin teknoloji dolayımında insanlığın yararına dönüşmesi anlamına gelir; somut çıkar ise, bilginin, toplumun ya da insanlığın değil, bir kişinin yararına olacak biçimde alımlanmasıdır. Öğretmenin, öğrenciye, örneğin, ‘Halide Edip Adıvar’ın Sinekli Bakkal romanını okuyup tanıtma ve eleştirme ödevi verdiğini varsayalım. Öğrencinin, ‘Hocam, bu konu Üniversiteye giriş sınavlarında çıkacak mı?’ sorusu, bilgiden bireysel ve somut çıkar beklentisini gösterir.
Aslında, işin öğrencinin haklı olduğu bir yanı da yok değil! Öğretim, bütünüyle sınav başarısına endekslenmiş durumda. Öğrenci, elbette edebiyatı, sınavda soru olarak çıkacak mı?.. gibi, çıkarcı bir görüşle değerlendiriyor.
Çetin Altan, ‘Milliyet’ gazetesindeki köşesinde şunları yazdı;- alıntılıyorum: ‘ Bizdeki edebiyat dersleri genellikle bir hayli, can sıkıcı olduğu için, diplomalı kuşaklarda dahi, edebiyat sevgisi, genç yaşta haşat edilmiştir. Oysa, görüş ve düşüncelerdeki kısır daralmaları çok hızlı düzelten’ bir disiplindir edebiyat… Devam ediyor Çetin Altan: ‘Birçok gencin bir şey yaptığını sanırken, ayağını karanlık boşluklara basması, edebiyat sevgisinden yoksun oluşlarındandır.’
Bu yazıya başlarken öğretimin yanısıra, eğitimden de söz ettiğime elbet dikkat etmişsinizdir. Kuşkusuz bilirsiniz: Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir Talim ve Terbiye Kurulu var. İlköğretimin ve liselerin ders programlarını hazırlayan, hangi kitapların okutulması gerektiğini belirleyen bir tam yetkili bir üst-kurul bu! [İlginç değil mi? Bu Kurulun adı nedense değiştirilmedi. Şûra-yı Devlet Danıştay, Temyiz Yargıtay, Erkân-ı Harbiye-i Umûmîye Genelkurmay olarak değiştirildi, ama Talim ve Terbiye Kurulu’nun adı, Osmanlıcasıyla öylece kaldı. Şimdi ben Türkçesini söyleyeyim: Talim Öğretim, Terbiye Eğitim, demek… Kurulun Türkçe adı da, Öğretim ve Eğitim Kurulu…]
Demek ki, öğretimle eğitim arasında temelli bir fark var. Bilirsiniz elbet: İlköğretimde ve lisede jimnastik dersinin adı, beden eğitimi’dir;-beden öğretimi değil! Ama, terbiye ya da eğitimi, sadece beden eğitimi ile sınırlı görmemek gerekir. Söylemesi bile fazla: İnsan, hem beden hem de ruhtur: Dolayısıyla, terbiyenin gayesi, sadece bedenin terbiyesi, bedenin eğitimi değil, aynı zamanda ruhun eğitimidir de!
Çetin Altan’ın yazısının biraz önce alıntıladığım bölümünde, mutlaka dikkat etmişsinizdir, edebiyat bilgisinden değil, edebiyat sevgisinden söz ediyordu: Edebiyat sevgisi, ruh eğitimiyle gerçekleşir. Eğitimsiz, kaba ruhlardır, edebiyat sevmeyenler. Dolayısıyla, edebiyat sevgisi, edebiyat eğitiminin işidir, edebiyat öğretiminin değil!
Platon’un Alkibiades’inde şöyle denilmiştir: ‘Bedeninize özen gösterdiğinizde, kendinize özen göstermiş olmazsınız. Kendilik, üst baş, araç gereç, mal mülk [de] değildir.[…] ;‘ruhunuza ilişkin bir kaygı taşımanız gerekir, başlıca kendine özen gösterme ilkesi budur’
Edebiyat ve elbette felsefe! Felsefe de öyledir: Felsefe, tıpkı edebiyat gibi, bir öğretim [tâlim] işi değil, bir eğitim [terbiye] işidir: Wittgenstein, felsefenin bir teori değil, bir etkinlik olduğunu bildirir bize [‘Philosophy is not a theory but an activity’]. Nitekim felsefe, Aristoteles’in gösterdiği gibi, bir akılyürütme eğitimi, bir etkinlik olarak Pedagogic bir işleve sahip olduğu kadar, kendini beğenmiş ve doğru düşündükleri konusunda hiç kuşku duymayan, egosu şişkin insanlara alçakgönüllü olma eğitimi veren Peirastic işleve de sahiptir. Hani burnundan kıl aldırmayan, herşeyi bildiğini sanan ukala tipler vardır ya, işte felsefe, bu insanları, onlara, tartışma yoluyla yanlışlarını, akılyürütmedeki tutarsızlıklarını göstererek eğitir;-onlara alçakgönüllü olmayı öğretir. Felsefî dialoglar, yine Aristoteles’e göre, tıpkı satrançta olduğu gibi, oyun kazanma hazzını bağışlarlar: Aristoteles, buna felsefenin Agonistik işlevi ,diyor. Ama bunu sofistlerinki gibi ,ne bahasına olursa olsun oyunu kazanmak olarak okumamak gerekir…[2014]