Akışkanlık Modernitesi

Zygmunt Bauman & Akışkan Modernite’si
Nisan 14, 2019 Paz 23:13
“Cevap, sosyoloji. Fakat soru neydi?” der Ulrich Beck,
Risk Toplumunda Politika kitabında.
Sosyoloji önemli bir bilim dalıdır. Bu dalın önde gelen
ismi, Zygmunt Bauman’ın Akışkan Modernite kitabını
henüz okumadıysanız, okumanıza sebep olacak
Bauman sözleri, gözlemleri ve tespitleriyle devam
edelim:
Başkalarının varlığı sayesinde ilk öğreneceğiniz şey
şudur: Birlikte olmanın getirdiği tek yarar, kendi çaresiz
yalnızlığınız içinde nasıl hayatta kalabileceğinizle ilgili
fikir edinmeniz ve herkesin hayatının risklerle dolu
olduğunu ve bu risklerle herkesin tek başına mücadele
ettiğini görmenizdir.
Theodor Adorno şöyle der: “Hiçbir düşünce iletişimden
ayrı tutulamaz.” Bunu yanlış yerde ve yanlış bir
bağlamda yüksek sesle ifade etmek, bu durumun işaret
ettiği gerçeği yerle bir etmeye yeter. Entelektüeller için,
biraz da olsa dayanışma göstermenin şimdilerdeki tek
yolu, katı bir yalıtılmışlıktır. Mesafeli, gözlemci, en az
katılımcı kadar iç içedir dünyayla; gözlemcinin tek
üstünlüğü, kendi durumunun farkında olması ve bu tür
bir farkındalığın verdiği o küçücük, hiçe yakın
özgürlüktür.
Evrensellik iddiası özellikle evrensel kabul görme
iddiasındaki her inanç, zorunlu olarak, karşı inancı
doğurur. Yayılım veya seyreltim
yoluyla bilgi kendini kaçınılmaz olarak kanaate,
önyargıya ya da düpedüz inanca dönüştürdüğü için,
irfan sahibi kişilerce edinilen gerçek bilgiyi ilim irfan
yoksunları arasına yaymak da işe yaramaz.
Felsefe ile toplumun uzlaşıp birleşme olasılığı yok
denecek kadar azdır.
Özetle, sağlıklı yaşam hedefi, doğasının aksine, garip
bir şekilde fitness idealine benzemeye başlar ve sonu

gelmez, belli bir doyum noktası olmayan, gidiş yolu
bakımından belirsiz ve fazladan kaygı kaynağı bir süreç
haline gelir.
T.H. Marshall’ın başka bir vesileyle işaret ettiği gibi,
kalabalık bir grup aynı anda aynı yöne doğru koşuyorsa
iki soru sorulması gerekir;
Neyin ardından koşuyorlar?
Neyin önünden kaçıyorlar?

1. 2.
Asıl zevkli olan, koşunun kendisidir; ne kadar yorucu
olursa olsun koşu yolu, bitiş çizgisinden daha
eğlencelidir. Bir “Göle giden yol gölden daha güzeldir.”
Deyişinin tam karşılığıdır. Hedefe varış, yani seçecek bir şeyin kalmadığı yer çok daha sıkıcı ve yarınki
seçeneklerin bugünkileri geçersiz kılmasından daha
korkutucudur. Asıl arzu edilen şey arzunun tatmininden
çok, kendisidir.
Liisa Uusitalo’nun sözleriyle, “Tüketiciler sıklıkla,
gerçek anlamda bir sosyal ilişkiye girmeksizin konser
veya sergi salonları, turistik yerler, spor kompleksleri,
alışveriş merkezleri ve kafeler gibi ortak tüketim
mekanlarını paylaşırlar.” Bu tür mekanlar karşılıklı
etkileşimi değil, bireysel eylemi teşvik ederler. Benzer
bir eylem içindeki diğer aktörlerle aynı fiziksel mekanı
paylaşmak eyleme özel bir önem kazandırır, üzerine
adeta “çoğunluk tarafından onaylanmıştır” etiketi
yapıştırmış olur ve böylece eylemin anlamı ve gerekliliği
sorgulanmaz.
Krallar kahyalarından daha rahat, baronlar da
serflerinden daha iyi koşullar altında yolculuk
yapabiliyordu belki, fakat ilke olarak, kimse kimseden
çok daha hızlı gidemiyordu. Fiziksel donanım insanları
birbirinden farklı kılarken, biyolojik donanım insanları
birbirine yaklaştırıyordu.
Egemenin tarzı zaman içinde egemen tarz olur.
Arzunun bütün motive edici güçleri, arzunun
doyurulmamasına kilitlenmiştir.
Birkaç ay önce bir havaalanında aktarma beklerken
eşimle birlikte bir kafede oturuyorduk. Yirmili yaşlarının
sonunda yada otuzlarının başında iki genç adam,
ellerinde cep telefonları, yan masamıza oturdular. Orada geçirdiğimiz bir buçuk saat süresince bu ikisi

telefonlarının öbür ucundaki görünmez arkadaşlarıylasürekli olarak konuşmalarına rağmen kendi aralarında
tek bir kelime bile etmediler. Bu birbirlerini
tanımadıklarından değildi. Onları böyle davranmaya iten
şey, tam tersi, birbirlerini tanımaları ve aynı masada
oturuyor olmalarıydı.
Bu iki genç adam, bir yarış ne kadar olabilirse o kadar
hırslı, çılgın ve amansız bir yarışa tutuşmuşlardı. Biri
konuşmasını bitirdiğinde diğeri hala konuşuyorsa,
konuşması biten taraf derhal başka bir numara bulup
çeviriyor, yeni bir sohbete başlıyordu; rehberlerindeki numara sayısının “bağlantıda olma” derecelerinin, bu
numaraları birer uç birime dönüştüren ağların
yoğunluğunun ve istedikleri zaman bağlanabilecekleri
diğer uç birimlerinin sayısının toplumsal konum, iktidar
ve prestij açısından onlar için çok, hatta yaşamsal
derecede önemli olduğu açıktı. Her ikisi de o bir buçuk
saati, havaalanındaki kafe ile ilişkisi içinde dış uzay
diyebileceğimiz bir alanda geçirdi.
Uçuşları anons edildiğinde ikisi de aynı anda ve aynı
hareketlerle evrak çantalarını kilitledi ve telefonları hala
kulaklarında, kalkıp gitti. İki metre ötelerinde oturmuş
her hareketlerini büyük bir dikkatle inceleyen beni ve
eşimi fark ettiklerini sanmam. Kendi deneyimlerine
göre, fiziksel olarak yakınımızda olsalar da ruhen ve
sınırsız bir şekilde bizden uzaktılar.
Günümüz otomobil tamircileri arıza yapan ya da hasar
görmüş motorları tamir etmek için değil kullanım süresi
dolmuş veya arızları parçaları söküp yerlerine, depodaki raflardan aldıkları yeni ve sımsıkı kapalı
parçalar takmak
üzere eğitilmektedir. “Yedek parçaların” (ki bu terim her şeyi açıklamaktadır) içinde ne olduğu ve nasıl
çalıştıkları konusunda ya çok az şey bilirler ya da en
ufak fikirleri yoktur; onlara göre bu tür bilgi ya da
beceriler kendi sorumluluk veya uzmanlık alanları
dışındadır. Tamirhanede durum nasılsa, dışarıdaki
hayatta da öyledir: Her “parça” “yedektir” ve yenisiyle
değiştirilebilir, hatta öyle olması daha iyidir. Arızalı
parçayı atıp yerine yenisini takmak birkaç dakikadan
fazla zaman almıyorsa, tamir için ne diye uzun zaman ve
emek harcansın ki?
Bugün verilen sözler yarın karşımıza çıkacak fırsatların
değerlendirilmesine engel olacağından, bu sözler ne
kadar hafif ve yüzeysel olursa, verecekleri zarar o kadar
az olacaktır. “Şimdi”, zamanımızın yaşam stratejisinin,
bu stratejinin uygulandığı ve işaret ettiği her şeyin
anahtar sözcüğüdür. Güvencesiz ve sonrası belirsiz bir
dünyada akıllı gezginler, az eşyayla seyahat eden mutlu
yolcular gibi davranmak için çaba gösterirler; ham,
hareketlerini kısıtlayan eşyalarından kurtulmak zorunda
kaldıklarında fazla gözyaşı da dökmezler.
Risklerle dolu karmaşadan kaçıp tekdüzeliğin gölgesine
sığınma dürtüsü evrenseldir; değişen şey, bu dürtüye
verilen tepkidir ve bu tepkiler, eyleyicilerin elindeki
araçlar ve imkanlarla doğru orantılı olarak farklılık
gösterir.
Akışkan modernite çağında tahakküm oyunu büyükler
ile küçükler arasında değil, hızlılar ile yavaşlar arasında
oynanır. Rakiplerinden daha hızlı hareket edebilenler
oyunun galibi olur. Farklılıklarımızla birlikte yaşama sanatını öğrenmek mi,
yoksa her ne pahasına olursa olsun öyle bir ortam
yaratmak ki bir daha bir şey öğrenmek zorunda
kalmamak mı?
Toplumsal varoluştaki istikrarsızlık etrafımızdaki
dünyanın anında tüketilmek üzere üretilmiş ürünlerin bir
toplamı gibi algılanmasına yol açar. Fakat dünyayı,
içinde yaşayanlarla birlikte, tüketim nesneleriyle dolu bir havuz gibi algılamak, uzun soluklu insan ilişkileri
kurma çabalarını olağanüstü şekilde zorlaştırır. Kendini
güvende hissetmeyen insanlar aşırı hassas ve alıngan
olurlar; aynı zamanda, arzularına ulaşmalarına engel
olarak gördükleri her şeye karşı tahammülsüzdürler ve
bu arzuların pek çoğu en nihayetinde boşa çıkmaya
yazgılı olduğundan, tahammül gösterilmeyecek kişi ve
şey her zaman bol miktarda mevcuttur.
Hazzın anında tatmini, insanın ruhunu kemiren
güvensizlik duygusunu bastırmanın tek yoluysa eğer,
bırakın aradığımız doyumu sağlayamayan ya da
sağlamada yetersiz kalanları, hazzın doyurulmasıyla
doğrudan ya da dolaylı bir ilgisi bulunmayan kişi veya
şeylere karşı tahammül göstermek için gerçekten de
geçerli bir neden yoktur.
Bununla birlikte, istikrarsız bir dünyanın “tüketiciye
uyarlanması” ile insanlar arasındaki bağlayıcı ilişkilerin
çözülmesi arasında bir bağlantı daha vardır. Tüketim,
üretimin aksine tek başına, başkalarıyla birlikteyken bile
onulmaz ve mutlak bir şekilde yalnız gerçekleştirilen bir
eylemdir. Üretken (ve muhakkak uzun vadeli) sahalar,
daha fazla ham kas gücü anlamına gelse de, dayanışma
gerektirir. Dağınık ve birbirinden tamamen farklı çabaları
üretken bir faaliyete dönüştüren şey, dayanışmadır. Tüketim durumunda ise dayanışma tamamen
gereksiz
bir şeydir. Ne tüketiyorsanız tüketin, kalabalık bir
salonda bile olsanız, tek başınıza tüketirsiniz.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir