Özgür İrade Meselesi
21 Mayıs 2023
Russell şöyle demiş.
“İnanmadığım ilk dogma, özgür iradeydi. Bana, maddenin tüm hareketlerinin dinamik yasalar tarafından belirlendiği, bu nedenle insan iradesi tarafından etkilenemeyeceği gibi geldi.”
Sabah düşündüm bunu. Bu denilenle yetinmek, bizi her şeyin dışımızda ve önceden belirlendiği aslında bizim iradeden yoksun birer etkisiz eleman olma düşüncesine ve dolayısı ile eylemlerimizden sorumlu olmadığımız sonucuna götürebilir.
Nüansları kaçırırsak, o yolun uç noktası, elbette levh-i mahfuz kaderciliğine çıkar. Russell bence bunu demiyor. Dahası, teologların ve milat yıllarında Urfa’da Bardasyan’ın kader meselesini açıklarken baş vurduğu külli irade ve cüzi irade kavramlarını da anımsatıyor insana.
Russell bu özlü cümlesinden sonra neler yazdı, bulup okumak gerek. Haddimi aşmak pahasına şimdiden şunu söyleyebilirim: İrade özgürlüğü meselesinde kesin bir sonuca ulaşabileceğimizi sanmak, aşikar şekilde bir yanılgı kaynağı olarak görünüyor bana: Bir bebek doğduğu dünyayı ve kültürünü olduğu gibi alır ve algılarını çok uzun bir süre aynen kabul eder. Bir gün seçme yeteneğine az veya çok bilinçle sahip olduğu noktaya gelirse, geldiği o noktada yine sınırlıdır, kısıtlıdır: kendisine sunulan ekosistemden gelen çarpık algılarla kazandığı yetenekleri olabildiğince kullanmak dışında seçeneği yoktur: (Cüzi irade)
‘Hemen hemen her zaman az biraz irade ama sınırlı özgürlükle’ var olacağız. Yine boyumu aşmak pahasına ‘kaderimiz en azından şimdilik bu,‘ diyesim geliyor.
Schopenhauer bu bakış açısına yakın düşen ilginç bir cümleyle özetlemiş açmazı: “İnsan dilediğini yapar ama dilediğini dileyemez.” Yine sınır, yani yine cüzi irade.
Katılırım, çünkü bence şunu söylemiş oluyor: insanın neyi dileyeceği hatta insan kimliği az veya çok ama birey için çok uzun süre kendi dışındaki ekosistemle belirlenir. Neyi dileyeceği de elbette, ancak sınırlı evrende kendi iradesidir.
Russell’in yukarıdaki cümlesine yapılan epeyce uzun bir yorum var, o da çok dikkatimi çekti. Metne sadık bir çeviri yapmak benim için şu anda çok zor. Okuyucuya ve yazana haksızlık etmemek için zaten pek de tatmin olmadığım çeviriden önce yorumun aslını alayım buraya:
I think a slightly more nuanced verbiage is maybe more accurate, that what appears to the subjective self to be the agent agent causation of freely acting and and choosing will, is itself a subset and inlay of what Russell calls the laws of dynamics, and that from an objective and complete gaze (if one were ever accessible) there would be no room door anything that one could attribute to a meaningfully free will, by which I mean to say agent causation: a choice presented to an agent, where at that moment they actually could ,despite the laws of dynamics that brought us that moment, choose either one, wherein the decision and choice made was caused not by the sum total of influences environmental factors, historical events and experiences that brought the moment exactly as it was, but was selected out of some purely interior space of agency in the individual, such that if in that objective view all past events leading up were exhaustively accounted for they could not completely account for the choice taken without attribution to an influence in born within the agents mind that itself could not be traced back casually in reductivist way by means of logic, physics, mathematics and chemistry. ..
This is what would be required for a meaningful objective defense of free will in the sense of the term that most people use it. And to date no one has showed any compelling evidence that such a thing exists.
However to maintain the coherency of one’s subjective experience, and of one’s life, one cannot just surrender their agency illusory or otherwise and retire from all engagement in life, , the nature of subjective experience requires some supposition of our own freedom, choice, and responsibility. This is why I am particularly fond of Kierkegaard’s take on this question, where he likens freedom in a sense to other subjects in metaphysics that cannot be account for by means of rational inquiry alone, and that such an inquiry will get you part of the way there maybe but that any honest reflection will always come up a bit short of closing that gap, in light of which everyone must and in a sense does always have to make a leap of faith.
Çeviri şöyle çıktı.
Bence biraz daha nüanslı bir ifade belki daha doğrudur, öznel benliğe, özgür hareket etme ve iradeyi seçmenin fail-eylem nedenselliği gibi görünen şeyin kendisi, Russell’ın dinamik yasaları dediği şeyin bir alt kümesi ve kakmasıdır ve bu nesnel ve eksiksiz bir bakış açısıyla (eğer biri erişilebilir olsaydı), kişinin anlamlı bir şekilde özgür iradeye atfedebileceği hiçbir oda kapısı olmazdı, bununla fail nedenselliği kastediyorum: bir faile sunulan bir seçim, o anda nerede bize o anı getiren dinamiklerin yasalarına rağmen, ikisinden birini seçebilirlerdi; burada verilen karar ve seçim, anı tam olarak olduğu gibi getiren çevresel faktörlerin, tarihsel olayların ve deneyimlerin toplam etkisinden kaynaklanmaz, ancak bireydeki failliğin tamamen içsel bir alanından seçilmiştir, öyle ki, bu nesnel görüşte, yol açan tüm geçmiş olaylar kapsamlı bir şekilde açıklansaydı, faillerde doğuştan bir etkiye atfedilmeden alınan seçimi tam olarak açıklayamazlardı. mantık, fizik, matematik ve kimya aracılığıyla indirgemeci bir şekilde gelişigüzel geriye doğru izlenemeyecek olan zihin. ..
Çoğu insanın kullandığı terim anlamında, özgür iradenin anlamlı bir nesnel savunması için gerekli olan şey budur. Ve bugüne kadar hiç kimse böyle bir şeyin var olduğuna dair ikna edici bir kanıt göstermedi.
Bununla birlikte, kişinin öznel deneyiminin ve yaşamının tutarlılığını korumak için, kişi temsilini hayali veya başka bir şekilde teslim edemez ve hayata tüm bağlılıklarından emekli olamaz, öznel deneyimin doğası, kendi özgürlüğümüz, seçimimiz ve sorumluluğumuz hakkında bir miktar varsayım gerektirir. . Bu nedenle, Kierkegaard’ın özgürlüğü bir anlamda yalnızca rasyonel araştırmayla açıklanamayan metafizikteki diğer konulara benzettiği ve böyle bir araştırmanın sizi yolun bir parçası haline getireceği şeklindeki bu soruyu ele alışını özellikle seviyorum. belki ama herhangi bir dürüst düşünce, herkesin bir inanç sıçraması yapması gereken ve bir anlamda her zaman yapmak zorunda olduğu ışığında, bu boşluğu kapatmak için her zaman biraz yetersiz kalacaktır.
…
Gördüğünüz gibi bu çeviri berrak değil, özgün metne tam anlam vermekte zorlanıyor insan. Ama yine de ışıltılı bir beynin izlerini umarım algılıyorsunuz.
Burada kalsın böyle, fırsat olursa üstünde çalışmaya değer.