Hayat aldanıştır? Ama neden?
Bunu anlatmayı çok denedim. Beceremedim.
Aşağıdaki yazıyı okuyunca, o iki tablonun meramımı anlatmak için şahane bir çıkış noktası olacağını düşündüm.
Muhan Hocaya saygı ile söylemek gerek: Sadece iş hayatı değil, kendi dünyamızda gerçekleri örten veya saptıran bir sürü başka etken var.
En önemlisi ise bizzat kendimiz.
Kendimize uygun gerçeklere, sıklıkla tekrarlanmış yalanlara ve bozuk algılarımıza TAM inanarak görür, duyduklarımıza kuşkunun damlasını düşürmeden inanır ve inançlarımıza göre davranırız.
İnançlarımız dinden ibaret değil.
Yücelediğimiz her ne varsa, iman edip kutsal saydığımız, kesinlikle doğru ve tartışılmaz sandığımız nerdeyse her şey ve her kavram sınırlar bizi, o sınırların gerisinde veya arasında belirleriz kendimizi ve gerçeklerimizi.
Üstelik onları ezeli ve ebedi hakikatler olarak kabul ederiz çoğumuz. Çelişkiye düşüp de onları sorgulamak gibi ağır bir yük altına girmemek için günlük hayatımızı ve düşünce dünyamızı onlarla uyumlu kurar, öyle oluştururuz. Yani hayatın bize aykırı gelen gerçekleri koyduğumuz o filtreyi aşamaz. Aşarsa, doğrularımız sarsılır, konforumuz bozulur, uykumuz kaçar, güvenimiz azalır.
Ezeli ve ebedi olmasını bir yana bırakın, kıvamında bir kuşkucu için kesin bir gerçek bulmak zordur. Çünkü hayatın her zerresi sürekli değişime tabidir.
Gerçeklerimiz de sürekli değişir.
Ama bu temel ve yadsınmaz hakikat, bize gayet yabancıdır. Zaten çoğu insanın işi düşünmek değildir. Varlığımızı, hiç düşünmeden yapageldiğimiz kabullendiğimiz fikirlerle eylemlerle sürdürür, öylece Yaşar gideriz.
Binlerce kaygısı derdi korkusu vardır insanın. Açlık susuzluk cinsellik ana ihtiyaçlardan. Zaman daha çok bunlara harcanır, ömür en çok bunlarla geçer gider, adına da yaşamak denir.
Kısacası insanın zamanı yoktur derin düşünmeye. Araçları da kıttır. Üstelik paradigmaları pırangadır. Zaten sürekli değişim halindeki yığınla konudaki sürüyle faktörle baş edecek ölçüde donanımlı bir yaratık değildir insan. Henüz oluşum halindedir.
Ne yazık ki ne denli zayıf ve yetersizse, o denli kapasiteli, hatta muktedir sanır kendini. Özlemleri yeteneklerini aşar, hayalleri gerçeklerini. Korkuları karanlık çağlardan gelen korkunç mirasından beslenir.
Bu genellemeler tüm toplumlarda ve bence az veya çok ama mutlaka geçerli. Düşünsel anlamda da geri kalmış toplumun insanı ise gerçeği algılama, öğrenme, düşünme ve hele doğru hüküm verme alanında fazlası ile eksik olarak kendiyle ve birbiri ile mücadeleyi esas uğraşı sanarak tüketir ömrünü.
Ekonomik az gelişmişlik, eleştirisel ve düşünsel kapasite eksikliği kaçınılmaz olarak siyasi geri kalmışlığa zwmln hazırlar. Geri kalmışlıkla da gerçeklerden kaçıp hayallere sığınarak baş etmeye çabalar insan. Her alanda özün değil biçimin revaç görmesi, içeriksiz taklitlerle tatmin olmaya çalışması da bu aldanıştandır.
Hayat son tahlilde, bolca taklit ve aldanıştır.
Özden yoksun lafların ve şekillerin hep değerli ve revaçta, somut gerçeklerin hep boş ve manasız sayılması insanın aldanışı ile başa çıkma çabalarının yan ürünüdür. Hiçbir karar vermek zorunda kalmadığımız ve hiçbir şeyden sorumlu olmadığımız bir cennet umudu hayatın her alanında aç gözlü insanın iştahını çeker.
Hayat denen aldanış da aynı obur iştahla ve güya dolu dolu yaşanır.
Coğrafya kaderdir, lafı birkaç yüz yıldır ezberlerde.
Kaderiniz beyninizdir oysa ve kimse beynini seçemez.
….
Yukarıdaki yazıya vesile olan aşağıdaki satırları Gülnur Erdem Turan paylaşmış.
“ Muhan Soysal’i taniyanlar bilir. ODTU Isletme’nin deli ama cok bilge,hem en sevilen hem en nefret edilen profesoru.
Muhan Hocanin Strateji Yonetimi dersinin ilk sinifi ogretim uyeleri tarafindan bile katilimiyla gecer ki her senesi ayri ilginctir. Benim dahil oldugum seneden bir anekdot:
Muhan Soysal tepegöze bir Picasso resmi koyar.
Herkes bakar bakar ama tarzi zaten kubik olan surrealist resimde bizim gibi sanat öküzlerinin anlayabilecegi cok az sey vardir. Bozuk perspektifli bir oda,sari uzun sacli yaratiga benzeyen bir sey. Etrafinda baska yaratiklar, yerde yine bir yaratik ve arkadaki sekli bozuk ici parlak dikdortgenin icinde baska bir seyler daha.
5-10 dakika hicbir sey soylemeden sinifi izleyen hoca, birazdan Picasso’nun resmini alip Velazquez’in bir resmini koyar. Bu resimde sandalyenin uzerinde oturan sari uzun sacli bir aristokrat kizinin etrafindaki dadilari onun sacini tararken yerde kopegi yatmaktadir. Ve babasi arkasindan isik sizan kapidan kizini izlemektedir.
Ancak ikinci resmi gorunce Picasso’nun resmindeki ogelerin ne oldugunu ve bu resmin Velazquez’in tablosuna gonderme olarak yapilmis oldugunu fark eder tum sinif.
Ve Muhan Soysal hic unutamayacagimiz dersini verir:
“Hayatta hicbirsey Velazquez’in resmi kadar belirgin ve net degildir Is hayati gercekleri size Picasso’nun resmindeki gibi sekil degistirmis olarak gosterir. Picasso’nun resmine bakip, Velazquez’in resmini gorebilenleriniz basarili olacak, digerleri kubik sekillere bakip yanlis anlamlar cikarmaktan gercekleri hic goremeyecek.”
Moris Taviki sayfasından (alıntı)