Bugün size iki şirket öyküsü anlatacağım. Şirket öyküleri de en az başka öyküler kadar öğreticidir.
————
Benim yaşlarımda olanlar Kodak markasını iyi bilirler. 1992 yılında dünyanın en güçlü 5. markası idi. Firma 1888 yılında kurulmuştu. 100 yıl sonra dünyada satılan fotoğraf filmlerinin % 95 i ve kameraların % 80 i Kodak markalı idi. 1976 yılında 10 milyar dolar ciro yapmıştı, dünyanın birçok yerinde fabrikaları, depoları, binlerce bayisi, onbinlerce çalışanı ve pek çok araştırma laboratuvarı olan dev bir şirketten bahsediyoruz.
1975 yılında şirketin araştırma laboratuvarlarının bir tanesinde Steven Sasson isminde gencecik bir mühendis 3,6 kg ağırlığında aşağıda fotoğrafı görülen ilk dijital fotoğraf makinesini yaptığında, şirket yöneticileri dudak büküp ona şu soruyu sordular;
– Bir insan niye fotoğrafını televizyon ekranında görmek istesin ki?
Yaklaşık 50 yıl sonra sosyal medyada herhangi bir fotoğrafa bakmadığımız tek bir gün (Hatta kimileri için tek bir saat-dakika demeli) bile olmadığını düşünürsek bu soru şimdi hepimize çok garip gelir; ama o yıllarda akıllı telefonlar dünya çapında bir şirketin çok eğitimli ve yetenekli oldukları bilinen yöneticileri tarafından bile öngörülmüyor idi.
Sasson soruya karşılık vermedi. Kendi buluşu için patent aldı ve çalışmalarına devam etti. Yıllar sonra 2009 yılında başkan Obama’nın elinden büyük buluşu için madalya alarak teknoloji tarihine geçti.
Dijital fotoğraf makinelerine ise Kodak’ın rakibi Fuji hemen yatırım yaptı. Fuji halen piyasada.
Dijital fotoğraf makineleri piyasayı doldurmaya başladığında Kodak yöneticileri kaybettikleri zamanı telafi etmeye çalışacaklarına, enerjilerini ve elbette paralarını eski tip fotoğrafın daha “iyi” olduğunu anlatmaya harcadılar. Kendi laboratuvarlarında yapılmış olan keşiften hiç bahsetmeden tam 100 yıl boyunca fotoğrafçılığın duayeni olduklarını, geçmiş başarılarının ne kadar büyük ve görkemli olduğunu, muhteşem bir marka ile kendi organizasyonlarını sürdürdüklerini ve analog fotoğrafçılığın her koşulda dijital fotoğrafçılıktan üstün olduğunu anlatabilmek için akıl almaz bir enerji ve para sarfettiler.
Yabancı gelmiyor değil mi ?
Ama Kodak her yıl biraz daha tükendi ve o dünya devi 2000 li yılların başında iflas etti. Bugünkü kuşaklar Kodak markasını duymamışlardır bile. Onlar için bir zamanların güçlü ve yenilmez “Prusya” devleti kadar bile tanıdık değildir, çünkü Kodak markası sadece savaşları yazan resmî tarih kitaplarında bile yer almıyor.
Eminim bazı Kodak yöneticileri kısa zaman öncesine kadar “Ahhh, bizi anlayamadılar bizim yaptığımız doğru idi” diyorlardı.
———
Gelelim ikinci şirkete. Şimdi anlatacağım Tudor Ice Company’yi kurmuş olan Frederic Tudor çılgınca görülen bir fikri onca zorlukla başarabilen ender insanlardan biridir.
Tudor’un babası her akşam çocukları ile sohbet ederken bir kadeh viski içmeyi severdi. Ve daha o zamanlar baba Tudor viskinin içine konulan bir iki parça buz ile içkisinin tadının çok daha keyifli olduğunu oğluna söylemekle yetinmez, onu soğuk kış gecelerinde sokaktan buz toplamaya gönderirdi. Frederic genç bir adam olduğunda babası iflas edince ne yapabileceğini düşündü ve ömürlerinde kar/buz görmemiş olan karayiplerdeki zenginlere viskileri için buz satmaya karar verdi.
Aldığı borç paralarla dağdan kestirdiği ve taşıttığı bir gemi dolusu buzu 1806 yılında Martinik adasına götürmeyi başardı. Tabii ki oraya vardıklarında buzlar eriyip yarıya inmişti ama yine de satılacak bir yığın buz vardı. Ama Frederic Tudor hiç düşünmediği başka bir problem ile karşılaştı. Kimse babası gibi viskinin buz İle içildiğinde daha keyifli olacağını bilmiyordu ki! Buzlar satılmadan kristal bardaklarda değil gemi ambarlarında eridiler.
Tudor iflas etti.
Yılmadı. Sıcak ülkelerde içilen viskilerde buz kullanılması fikrinin dahiyane bir fikir olduğunu biliyordu. Üç yıl bu çılgınca fikri için para aradı ve sonunda yine borç para buldu, yine bir gemi buzu bu sefer Küba’ya götürdü ve yine iflas etti. Bu sefer 2 yıl borçlular hapishanesinde yatmak zorunda kalmıştı.
Çıktığında tıpkı Kodak yöneticilerinin 150 yıl kadar sonra söyledikleri gibi “İstedikleri kadar gülsünler benim yaptığım doğru !” dedi ve yine borç para bulup 1820 yılında bir gemiyi daha Küba’ya götürdü ve bu sefer pek az bir para kazanmayı başardı. Geçen zaman içerisinde daha önemli bir şey öğrenmişti. Buz kalıplarını erimesinler diye talaş ile kaplatıyordu. Cesaret etti ve taa Massachusets dağlarından kesilen buz kalıplarını bu sefer Hindistan’a taşıdı. O yıllarda bir İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da zengin İngiliz sömürgeciler kesinlikle viskilerini buz ile birlikte içmeyi biliyor ve istiyorlardı.
Viskiye buzdan servet kazanılır mı demeyin, birkaç yıl sonra buz ticareti Tudor’u dünyanın en zengin birkaç insanından biri yaptı. Öldüğü zaman Karayiplere, Hindistan’a, ve tropikal başka ülkelere buz taşıyan gemileri vardı ve Norveç’te dev gibi bir göle sahipti.
———-
Kodak’ın önüne çıkan ve görmediği fırsatın ve Tudor Ice Co. nun gördüğü potansiyelin nedeni nedir?
Bir an için tonlarca ağırlıkta bir filin omuzlarına tünemiş terbiyeciyi düşünelim. Filin onu yok etmesi işten bile değildir. Hal böyle iken terbiyeci filin gücünü kendi amaçları doğrultusunda kullanmasını bilir. Kütük taşıtır, gösteri yaptırır, savaşa sokar ve bir şekilde filin gücünü / potansiyelini değneğiyle dürter ve yönetir.
Yaşam tıpkı bir fil ya da hareket eden bir su birikintisinin karakterindedir* Yaşamın da -varlığı her an ortaya çıkmayan- çok güçlü potansiyeli vardır. Ortaya çıktığında ya da çıkartıldığında tsunami dalgalarının dev binaları, gemileri yuttuğu gibi, gelişmeler de insanları, dev şirketleri, kurumları hatta devletleri kibrit çöpü gibi savurur. Frederic Tudor ve Steven Sasson gibilerinin aslında “buldukları” bir fikir ya da teknoloji yok. Onlar zaten doğada bir yerlerde dürtülmeyi bekliyorlar. Bu insanlar yaşamın birer zerresindeki potansiyeli -eskilerin deyimiyle- idrak ettiler, harekete geçirdiler, sonra da ortaya çıkan güçlü akıntının üstüne binip uçtular.
Neyse, eninde sonunda demek istediğim şimdi aşağıdaki ilk dijital makinenin resmine bakın ve cebinizdeki telefonun kıymetini bilin. Cep telefonunuzda dijital camera veya buzdolabınızda buz olmayan bir zamanda yaşamak nasıl olurdu? İyi ki Sasson gibi Tudor gibi bir yığın insan yaşadı, olmayacak şeyleri düşlediler, idrak ettiler, insiyatif alıp yaşamı dürttüler ve yaşam değişti.
Hadi şimdi bir selfie çekelim ve onca kolaylığı bize yaratmak için yaşamın potansiyelini kışkırtmış iyi / faydalı olanı ortaya çıkarmış dahilere teşekkür edelim.
—————-
(Vaethanan)
Notlar:
*Keşke size konuyu -fiziğin belalı dalı- “Akışkanlar Mekaniği” yardımı ile anlatabilecek bilgi ve sabrım olsaydı (Nobel ekonomi ödülünü de alırdım) ama ne yazık ki sadece amatör bir facebook “yazarı”yım.
**Benzer ticari örnek olarak benim kuşağıma sürekli sadece haber vermekte olan bir televizyon kanalı fikri başta ne kadar saçma gelmiş idi bilir misiniz? Ya da İstanbul gibi musluklarından içilebilecek lezzette su akan bir şehirde şişe ile içme suyu satılması için yapılan yatırımlar ne kadar delice diye düşünmüştük. O yatırımları yapanlar yaşamın gereksinimlerini dürterek değişimi başlatabileceklerini gören girişimcilerdiler.