Mektebin Bacaları

Rahmetli babamın sevdiği birkaç türkü vardı.
Arada bir mırıldanırdı. Onlardan birinin sözleri aşağıda.

Mehtabın bacaları
Ders verir hocaları
Kim yarimi sorarsa
Odur birincileri (uy amman can kurban)

Ay doğar bedir Allah
Bu sevda nedir Allah
Ya benim muradım ver
Ya beni öldür Allah (uy amman can kurban)

Mektebin önü dere
Gidiyorum askere
Ben askere gidende
Bakma sakın ellere (uy amman can kurban)
….

Türküdeki mektep sözcüğü, tıpkı babam gibi son derece masumdu. Neden dedim bunu? Çünkü çocukluğumun Urfasında, mektep değişik anlamlar yüklenen bir sözcüktü, deyim yerindeyse yükü fazlası ile ağırdı. 1960’lı yıllara kadar okul sözcüğü ile sıkı bir rekabet halinde var oldu. Sonraki yıllarda yerini tamamen ona bıraktı, bu kez de özellikle genç erkeklerin ağzında üniversite sözcüğünün canhıraş rekabetine maruz kaldı. Mektep yerine argoda üniversite denir oldu.

Üniversitedeki bilim seviyesinin hızla düşmesi gibi yakıcı bir mecrada ilerleyen bugünkü rekabetle öbürünün hiçbir benzerliği yok tabii. Önemi de yok.

Ancak şu önemli: Ne mektep ne üniversite, herkesin bildiği örgün eğitim yuvalarını ifade etmezdi. Yani, yedi yaşından itibaren çocukların siyah önlük ve beyaz yaka ile haftanın beş günü ve günde en az altı saat kara tahta önünde öğretmenleriyle zaman geçirdiği mekanlar değildi. Üniversite veya fakülte dediklerinde de argoda kastettikleri, sınavla ve iyi puanla girilen kocaman anfili yüksek öğretim kurumları değildi, asıl adları ağza alınması ayıp sayılan başka, bambaşka yerlerdi oralar.

Elli altmış sene önce öyleydi, sanırım bugün de değişmiş değildir.
…..

Kızgınlıkları başlarına vurmuş genç erkekler, hayatın en hayati alanlarından birine, o mekanlarda adım atarlardı. Ufak tefek cep harçlıklarından zorlukla biriktirdikleri para karşılığında.

Bıyıkları henüz terlememiş, on sekiz yaşını da doldurmamış olanlara kanunen yasaktı. Onlar, kapıda vuran bekçi veya polise ufak tefek hediyeler vererek kapıyı aşmanın yolunu ararlardı. O yolu kullanamayanlar için mektepten içeri girmenin tek çaresi yalvarmaktı.

O mektebin hocaları yeni yetme oğlanlara ilk dersleri nasıl verirlerdi, ben bilmem, bir bilen bilir, bir de hayal edebilen. Hayatın yığınla tokadını çoğunlukla çok küçük yaşta yemiş, her yerde aşağılanmış, öz saygıdan tamamen nasipsiz, yaptığı işin ağırlığı altında ezilen ve muhtemelen tehlikeli derecede bunalımlı genç kızlardır o mekteplerin hocaları. O mektepte hoca olmaları bilgi, beceri ile donanmış olmalarından ziyade ekmek parası kazanamayacak ölçüde çaresiz olmaşırdır.

Ana kapıdan girip öyle bir hocanın rahle-i tedrisinden biraz kırık dökük veya eşekten düşmüş gibi çıksalar da herkes kendini artık ‘milli’ ve erkek olmuş sayar, kimileri de ilk maçtaki gol skorunu hayallere sığmaz abartmalarla anlatır. İnsanın, her milli olmuş genç erkeğin doğasında vardır o işteki üstünlüğü ile övünmek.

Bu konuda kadının adı hiç geçmez. Geçmemelidir.
Onların milli olmaya ihtiyaçları yoktur da ondan desek yalan olur, her alanda hayatın edilgen bir unsuru olmak zorunda bırakıldıklarından öyledir dedikten sonra şu kadarını da söyleyip geçelim: Aynı sorunu bu toplumda kızlar ve kadınlar çok daha şiddetli yaşarlar. Konuşulmaz.

Sorunun adını nasıl koymalı? Daha sonraya bırakıyorum bunu.

Peki, sosyal ve siyasal hayatta giderek derinleşen aptallık derecesinde aykırı tavırların ve mide kaldırmayacak ölçüde sapkın işlerin bu mektep kültürü ile ilgisi yok mudur?

Mektep kültürünü resmi kılan ve çıplak gözle görüp bilinenden daha yaygın ve sanıldığından çok daha ilkel bir şekilde her gün her yanda sergilenen ama yadırganmayan iki yüzlülükle bağlantısı yok mudur?

Epeyce dikenli bir konu bu.
Yığınla küçültücü, türlü çeşitli ve küçüklü büyüklü bir sürü bunalıma yataklık eden olayların altında yatan çok mahrem ve çok önemli bir alan. Bunları yok farz ederek var olmak bizim kültürümüzün kökünde var.

Bu yüzden, biraz sağduyu ile düşünmeye yol açmayı amaçlayan terbiyeli, edepli ve Kılıçkıran’la yararak yazılmış satırlar bile, her yaştaki çocuklarla bademlenmeyi kendi kültürünün parçası sanan gayet ahlakçı birilerinin öfkesini hatta gazabını çekebilir. Korkuyu ve baskıyı ahlak sanıp iki yüzlülüğü beceri ve kurnazlık sayarak yaşamanın çelişkisi bizde kimi kutsal toplumsal değerlerin hızla erimesine ve toplumsal dokunun çözülmesine yol açıyor.

Eriyen buz değil, çözülen ayalarımızın bağı değil dostlar.
Değerler sistemi ve toplumsal doku. Kişinin kişiye güvenemez olduğu, verilmiş sözün bir tutam saman kadar değersizleştiği, herkesin kendi çıkarını her şeyden üstün gördüğü bir insan topluluğuna millet denemez. O topluluğun yönetimi, ekonomisi, ticareti, geleneği, vicdanı ve ahlakı da toz duman olur uçar.

Sorunun temelinde, bu sosyal medya çağında bize huzur yolu diye orta çağın yaşam tarzını dayatan darkfalar ve kara düzen var. Dogmatik kafanın günlük hayata yansıma şekli, narin bedenlere dikenli deli gömleği giydirmeye benziyor.

Bu bağdaşmaz çelişkinin nerede ve ne tür rezaletler, nasıl cinayetler yaratacağını bilmek için kahin olmak gerekmiyor. Düşünmek yeter.

Açlık kadar güçlü bir doğal arzuyu yıllarca ve belki yüz yıllarca baskı altında tutmaya çalışmanın bizi dürüst ve namuslu kılacağına inanarak ve sözüm ona öyle yaşayarak geldiğimiz yeri ve ötesini düşündükçe ürpermemek elde değil.
…….

Bu sabah yaptığımız sohbette ülkedeki kiri, pası, güncel rezaletleri konuşurken girdik bu alana. Giderek daha güç düşkünü, ahlak kural tanımaz, benmerkezci ve saldırgan hale gelen yapıya hangi etkenler yol açıyordu?

Bu minval üzere giderken, yazıdaki anlamı ile mekteplerle üniversiteler geldi aklımıza. O dünyadaki garipliklerin yol açtığı bir dizi başka garipliklere değindik. Doğaya aykırı ve yasağa günaha ayıba dayalı bir sosyal düzeni kurup iki yüzlü bir tavırla sürdürmenin maliyetini sayıp dökmek zahmetine girmedik.

İzahı bulunmayan şeyin hesabı da olmazdı.
Yazmaya karar verdim ben ama bu konuda dört başı mamur bir yazı da yazılamazdı.

Her neyse, anlayana bu kadarı yeter.

…….

Bir buhranın yeterli izahı olmayınca mizahı olur tabii..
Mektepler olmayınca maarifi idare etmek bugün çok daha zor değil miydi acaba?
****
Mektepleri kapatması için kendisine talepte bulunmakla kalmayıp bıktırıcı baskılar yapan birilerine Demirel’in verdiği meşhur cevabı, aynı sebeple interneti kapatmayı aklından geçirecek zevata doğru bakarak yenilesek, ne deriz?

Herhalde şunu:
Milletin sosyal medyada tıklama imkanını yok ederseniz, vatandaş da sabah akşam size tıklar beyim.

****
Aşağı yukarı yüz sene önce, İstanbul’dan başı açık ve genç bir bayan öğretmen küçük bir Anadolu şehrine tayin edilir. Genç öğretmen, şehrin tek okuluna gidip göreve başlamak için bir paytona biner, beni mektebe götürün, der. Paytoncu dehler atları, şehrin ıssız bir köşesinde bulunan mektebe doğru götürürken, öğretmen hanım yolda işkillenir, sorunca okula gitmediğini anlar.
-Beni çocukların okuduğu mektebe götürün, ben orada muallimim der.

Faytoncu mahcubiyetle geri döner. Şehre doğru sessizce yol alırlar.
*****

Bir mahkeme sahnesi.

Baba yalvarmaktadır.
-Bizim oğlan on yedisinde beyim. Bi yaş büyütüp 18 yapversen ya.

Yargıç derdin farkındadır, muhafazakar babayı sıkıştırmak İster.

-Öyle lazım geliyor, işte. Allah aşkına yapıver bey.

-Neye lazım 18 yaş, oğlanın hangi işine yarayacak?

-Çok yarayacak, çok yarayacak.. Lakin diyemem.

-Demeden olmaz, ne işi bu? Söylesene.

Epeyce uğraşır baba, mecburen çıkarır baklayı ağzından:
– On sekiz bitmese mektebe almazlarmış bey. Allah’ını seversen, büyüt yaşını. Oğlan cahil kalacak yoğsa.
..

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir