Yorgan Küçükse

Yaygın bir şekilde ‘yeni ekonomi programı’ veya ‘Türkiye Ekonomi Modeli’ diye anılan garabeti bir çırpıda anlatacak benzetme veya hikaye arıyordum birkaç haftadır. Bu sabah sanırım buldum. O nedenle yazmaya başladım. Yazdıkça tek bir benzetme ya da öykünün bu hakikaten acayip yaklaşımı layığınca anlatmaya yetmeyeceğini gördüm. Birkaç deyim ve benzetmeyi, hatta birkaç öykü ile meseli de kullanmak gerekiyordu, sonunda öyle yaptım. Aşağıda göreceksiniz. Program veya model diye anılan bu şeyin aslı nedir, neden son kertede acayiptir, bu sorularla başlayarak arada bir konunun suyunu çıkarmaktan da zevk alarak anlatmaya çalışayım.

Etsiz Butsuz Bir Yaklaşımın Pembe Rüyası
Söylendiğine göre on dokuz yıldan beri çalışılan bir ‘program’ bu, son yıllarda şirazesinden iyice çıkmış dengeleri yerine oturtmak için şimdi uygulamaya konulmuş. Bu ihmal ve gecikme nedendir, diye sormanın ne yeridir, ne zamanı. Neyi nasıl başaracak, her şeyi yerli yerine nasıl oturtacak, önce buna bakalım. Hikayeler, deyimler arada bir hoş gelsin, sefa gitsin. Program veya model dendiğine bakmayın; bölük pörçük beyanlar var sadece, çalışılmış olsa da bildiğimiz kadarı ile kimsenin elinde bütünsel bir plan program yok. Takvimlenmiş sayısal hedeflerden, hatta tasarlanmış bir önlem paketin söz eden de yok; eti budu olmayan bu yaklaşımın ulaştığı ilk hedef faizlerin üç ay içinde beş yüz baz puan indirilmesi oldu. Heterodoks sözcüğünü maceracı diye anlayanlar herhalde bu zaferden çok memnundur. Ardından ucuz kredilerin artırılması sağlanacaktı. Düşük faiz ve para kredi bolluğu piyasayı rahatlatıp canlı tutacak, lira değer yitirip döviz kurları yükselecekti. Yüksek kur ile düşük faizin saraydaki düğün sonrasında geceledikleri samanlık seyran olacaktı, sonucunda tüm ülkede mucizevi bir yatırım ve ihracat patlaması yaşanacak, ekonomi büyüme rekorları kıracak, cari açık kapanmakla kalmayacak cari fazla verilecekti. Dokuz ay on gün dolmadan doğan döviz bolluğu ile lira değerlenecek, bu yöntemle başarılan büyük üretim artışı sayesinde enflasyon da önlenecekti. Böylesi bir pembe rüya, aç tavuğun kendini buğday ambarında sanmasına benziyor, derseniz doğrudur. Sakıncası var mıdır? Onu bilemem ama düşğk faizle yüksek kurun halvet olduğu birkaç haftadan sonraki aylarda bu rüyanın hem ülke ekonomisi için, hem yeniden seçilmekten başka derdi kaygısı olmayan iktidar için berbat bir kabusa dönüşmekte olduğunu, saray mabeyni ve düğün sahipleri ile birlikte açık seçik ve de ibretle görmeye başladık. Enflasyon tırmanmaya devam etti, kurlar başını aldı gitti. Aynı sürecin önümüzdeki aylarda en azından enflasyon için geçerli olacağı ise artık herkese ve olanları aval aval seyretmekten iğdiş zevki almayı keyif edinmiş bütün ahaliye aşikar görünür oldu.

Saraydan samanlığa kız kaçırma, saray düğünü, faiz indirimi, kur bindirimi gibi hoşlukları şimdilik bir yana bırakıp meseleye akılla bakınca, ülkenin meselesi elbette enflasyonu dizginlemekti. Olumsuz beklentileri aşmak, hatta olumluya dönüştürmek başka bir şekilde mümkün değildi. Kaldı ki enflasyonu başı boş bırakmamak için faizleri zinhar indirmek değil, kesinlikle İNDİRMEMEK gerekir; bugün geldiğimiz noktada faizleri bir süre için az buz değil epeyce YÜKSELTMEK bile zorunludur. Çünkü otuz puanı aşan negatif faiz, kuşku yok ki enflasyonu azdırır. Tasarrufları caydırır. Faiz indirimlerin yol açtığı felaket budur. Aklı başımda bir enflasyonla mücadele programı, reel faizin pozitif olmasını sağlamak zorundadır. Yabancı yatırımcının tasarruflarını ülkeye çekmek, içeride tasarruf eğilimini teşvik ederek liranın değerlenmesine imkan vermek ancak böyle bir politika ile mümkündür. Geçen yıl tam da bu sıralarda ilk başarılarını izlediğimiz o günlerin Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal döneminde yapılanlar aşağı yukarı bunlardı. Alınan sonuçlar gayet olumluydu. Algılar değişiyordu. Hem iç hem dış piyasalar şaşmış dengelerin yeniden kurulmasına katkıda bulunuyordu. Ülkede enflasyonun kontrol edilmesine yönelik beklentiler oluşuyor, ekonominin yeniden istikrar kazanacağına ilişkin umutlar somutlaşıyordu. Kurlarda istikrarla birlikte liranın değerlenmesi de o zaman başlamıştı. Ancak piyasa kurallarına uygun bu ‘ortodoks’ yani genelde geçerli kabul edilen program, bize karanlık nedenlerle ne yazık ki sağladığı başarıya rağmen kısa ömürlü oldu. Merkez Bankası Başkanın bir hafta sonu görevden alınması ile birlikte, ülkeyi faiz indirimleri heyecanı sardı.

Büyük Resim: Ne Sorun Ne Çözüm Faizden İbaret

Heterodoks olmakla övülen yeni yaklaşım dogmatik bir inatla faiz indirimine hatta faiz düşmanlığına odaklanıyor. Faizi enflasyonun çaresi olarak değil, onun tek nedeni olarak görüyor. Elbette yanılıyor. Mesele enflasyonsa, yalnızca faizi yükseltmek yetmez; hukuktan kamu yönetimine, adalette eğitimde tarımda üretkenliğin artırılmasına kadar birçok alanda kapsamlı bir reform sürecinin başlatılması da şarttı. Tüm toplumda ama özellikle kamuda savurganlığı önleyici uygulamalar da gündeme gelmeliydi. Devlet hayatında keyfiliği önlemek, bütçe açıklarını azaltmak harcamaları kısmak da gerekirdi. Devletin hiç bitmeyen finasman açığını dolayısı ile devasa borçlanma ihtiyacını sınırlayacak bir dizi yapısal reform ertelenmek yerine artık acilen gerçekleştirilmeydi. Yabancı yatırımcıyı cezbedecek öngörülebilir bir politika çerçevesi, ayrıca istikrarlı bir iş ortamı da başarının şartları arasındaydı. Kalıcı bir istikrar bu şartlarda başka türlü sağlanamazdı. Bunların hiçbirini içermeyen dağınık niyet beyanlarının program veya model olarak görülmesi ve öyle muamele görmesi ülke için büyük bir talihsizliktir. Beş yıla yakın bir zamandan beri oluşan krizin güçlenen enflasyonist beklentiler, artan dolarizasyonla birlikte daha derinleşip boyutlanacağı kesindir. Faiz indirimlerinin bu süreçte derde deva olacağını sanmak büyük hatadır. Sorunları büyütecektir. Zaten ne yaşadığımız sorun ne de krizimiz için çözüm faizden veya faiz seviyesinin merkez bankasınca belirlenmesinden ibarettir.

Aslına bakılırsa, enflasyona karşı mücadele politikalarının bileşenleri çok faktörlüdür, gerçekten etkili bir programın hangi önlemleri ve politikaları içermesi gerektiği tıpkı kanser hastalarının tedavisi konusunda olduğu gibi gayet iyi bilinir. İktidar, son on veya on beş yılda yaptıklarının tam tersini yapsın, enflasyon biter, istikrar sağlanır, diyenlere hak vermek gerek. Ne var ki, süregelen yönetim anlayışının esası, var olmayan kaynakları harcamak, kamu imkanlarını yandaşlara dağıtmak ve sorunları halı altına süpürmekten ibaretti. Yıllardır tepe tepe kullanılan bu yöntemlerden iktidarın vaz geçmesi ise olanaksızdır. Bunun nedenleri kolaylıkla anlaşılabilir: Mesela, kamu bütçesinde yapılması zorunlu tasarrufun siyasi bedeli, seçimler yaklaşır ve iktidarın kamu oyu desteği sürekli erirken katlanabilecek bir yük veya alınabilecek bir risk değildir. Buna karşılık, enflasyonun alabildiğine yüksek ekonomik ve siyasi bedeli, iktidar tarafından pek de önemsenmemiş görünüyor. Nedeni ise yüksek oranda bir ekonomik büyümenin enflasyon ortamında ve kaynak yokluğuna rağmen bir şekilde sağlanabileceğinin sanılmasıdır.

Bu denli fahiş hatanın sebebi başka ne olabilir?
Enflasyonun yüzde otuzları kırkları bulduğu bir ortamda, faiz indirimini sözüm ona programın temeli haline getirmek, söylem ne olursa olsun enflasyonla mücadale edilmeyecek demekti. Faiz indirimleri tam da bu nedenle sadece akla ziyan değil, aynı zamanda ÖLÜMCÜL derecede yanlış bir tercihti. Yangına körükle gitmekti, ateşe benzin dökmekti. Bu benzetmeler yetersiz kalıyorsa, kemoterapi yaptırmak yerine, üzüntüsünden veya kaçınılmaz sonunu bir an önce yaşamak istediğinden eski kötü alışkanlıklarına devam eden mesela sigaraya daha fazla abanan kanser hastasını hayal edin. Sonuç: Biraz kül biraz duman, hepsi bu kadar işte. Ülkenin en mühim sorunu enflasyon olduğuna göre, onunla mücadeleyi bugün art arda faiz indirerek yıllar sonrasına bırakmak akıl dışıdır. Pozitif reel faiz olmadan enflasyonla mücadale edildiğine kimseyi inanadırmak mümkün değildir. Bugünkü yaklaşım ekonomide güvenin ve beklentilerin iyileştirilmesini de gerekli görmüyor. Ortodoks önlemleri önceleyen bir ekonomi dünyasında heteredoks uygulamalarla itibar kazanılması, olumlu beklentiler yaratılması hayaldir. Sonuç olarak, faiz indirimine odaklanan veya takılıp kalmış olan bu yeni yaklaşım, likidite artışına dayalı kötü alışkanlıklarını sürdürmesi için iktidara gayet zayıf ve tutarsız bir çerçeve sunmaktadır. Bunun dışında bir anlamı ve işlevi olduğunu kabul etmek güçtür. Ekonomi yönetimin böyle bir çerçeveye sığınmasının nedenlerine de değinmek yerinde olur. Kabul etmek gerekir ki enflasyonla mücadele her zaman ve her yerde toplumdan, en azından toplumun belirli kesimlerden özveri ve sabır ister, tasarruf bekler. Bugünkü iktidar ise doğası gereği, ne kendi dar çevresindeki yandaşlarından ve ne de geniş halk kesimlerinden bu konuda destek isteme imkan ve cesaretinden yoksundur. Çünkü bu iktidarın önceliğinin halk kesimlerinden ziyade küçük bir güya girişimci grubunun beklentilerini karşılamak, çıkarlarını korumak epey zamandan beri gayet aşikardır. Öncelikler bu denli şaşkın, siyasi irade bu denli cılız olunca, ekonomi yönetimi atı arabanın arkasına koyup toplumsal hedeflere uymayı umacak kadar irrasyonel (mantık dışı) davranabiliyor.
Yaklaşımın İç Çelişkileri
İrrasyonel bir yapının rasyonel bir eleştiriye tabi tutulması da çok rasyonel görünmeyebilir. Program diye sunulan mantık dışı bu yaklaşımın yığınla iç tutarsızlığı var. Kısaca değinmekle yerineceğim: Likidite ve iç talep düşük faizle böylesine körüklenirken, bu arada kurlar ve iç fiyatlar hızla artarken ihracatın patlama yapacak düzeyde artırılması nasıl mümkün olabilir? İnşaat kesiminin devasa rantlara konu ürünleri dışında kısa vadede hangi ihraç ürünlerini üretmemiz mümkün? Belirsizlik bu kadar yoğun, güven ortamı bu kadar sorunlu iken hangi babayiğit sırf faizler düştü diye yatırım yapar? Kaldı ki uzun vadeli faizlerin faiz indirim sürecinde bile düşmek yerine yükseldiğini görüyor, biliyoruz. Daha yığınla çelişki var. Bunların hiçbiri geçerli olmasa bile, ülkenin bu tempodaki bir enflasyona seçimlere kadar dayanacak gücü olduğunu sanmak da temel çelişkilerden biri. Bu çelişkiyi görmeyenler ya korkunç derecede yanılıyorlar, ya da şaka yapıyor olmalılar. Şaka deyince, Hocanın alacaklısına yaptığı akıllara seza önerisini anlatmanın yeridir: Koyunlar bahar gelince otlanmaya çıktığında ister istemez dikenlere sürünecek, kendisi dikenlere yapışan yünleri toplayıp iplik haline getirecek, o ipliklerle giyecekler örülüp kasaba pazarında satılacak, böylece Hoca elbette mümkün olan en kısa zamanda ve tabii ki ölmeden önce borcunu ödeyecekti. Alacaklı öneriyi duyup da gülmeye başlayınca, Nasreddin Hoca meşhur pişkinliği ile çok bilinen o sözü söyler: Görünce peşin parayı, nasıl da gülüyorsun.

Acil Soruna Uzun Vadeli ÇözümYukarıda belirtildi, tekrarlamak gerek: Yeni ekonomi programı veya Türkşye Ekonomi Programı bu adı hak etmiyor. Ne yenidir, ne de hakiki manada bir program. Elimizde programı tanımlayan tek sayfalık bir görüşten başka bir şey yok. İçeriğini anlayan gülüyor, hayati ve acil sorunumuza uzun vadeli ve pansuman kabilinden çözümler önerildiği için çaresizlik içinde ve acı acı gülüyor. Böyle çözümlere Anadolu’da ölme eşeğim ölme denir. Yağmur yağasıya kurbağanın gözü patlar, denir. Öte yandan bugünkü uygulama, enflasyon meselesinin özünde bütçe açıkları ve özellikle çoğu inşaat kesimine kullandırılmış aşırı likidite ile birlikte savurgan popülist politikaların pompaladığı şişkin talepten kaynaklandığını görmüyor. Görmek işine gelmediği için görmüyor. Bu yüzden faiz indirimiyle başlıyor, yüksek kurla cari fazla yaratmayı ve sorunu öylece çözmeyi vaad ediyor. Kur böylece dengelenecek, sonra da enflasyon önlenecekmiş. Böylesi garabete bu deyimler hakikaten pek yakışır. Ama ben bu gayet tuhaf yaklaşımı, minaredeki müezzini aşağıya indirmekle, kuyuya düşmüş adamı yukarıya çıkarmayı aynı şey sanan beli halatlı garibanın çok daha iyi anlattığı fikrindeyim. Durum ve konum farklı, ama garibim her iki durumda da ‘bağla beline halatı’ deyip adamı kendi olduğu yere doğru hızla çekiyor. Kuyudaki adam dışarı çıkıyor, sert inişle minareden düşüyor, önce kan revan içinde kalıyor sonrasında mevta. Ekonominin mevta hali yüzde ellilere dayanmış, önümüzdeki aylarda daha yükseleceği aşikar hale gelmiş enflasyon. Ve enflasyonla birlikte gündeme gelen yığınla belirsizlik ve tartışma. Faizleri piyasada durgunluk varken, fiyatlar düşerken indirirsiniz. Faiz indirimi araca gaz vermek gibidir. Enflasyon varsa ayağınızı gazdan çekmek, motoru soğutmak zorundasınız. Seçimler yaklaşıyor diye bunları birbirine karıştırırsanız, yığınla şeyi tahrip edersiniz.

Ortada Bir Heteredoks Program Bile Yok
Doğru ve geçerli politikalar yerine belirli çıkarlar için okus pokus veya ekonomide botoks yapma işgüzarlığına, bizde o garabete saygınlık kazandırmak umudu ile heteredoks politika denilir oldu. Hesapsız kitapsız, öngörülebilir olmaktan uzak, alt önlemler demetinden yoksun bir pembe düşe, kervan yolda düzülür plansızlığına ne program ne politika denebilir. Sonunda olan minareden yere çakılan müezzine olur. Her fırsatta ‘faiz sebeptir enflasyon sonuç’ denerek faizlerle birlikte, liranın değeri göz göre göre düşürüldü. Örneğin dolar bir ay içinde üst üste tarihi rekorlar kırdı ve birkaç hafta boyunca her gün artarak yıl sonuna doğru 18 lira düzeyine kadar fırladı. Evet, lira ekonomi yönetimin ateşli söylemlerinin de yardımı ile hızla değersizleşmişti, yeni yaklaşım ilk aşamasına başarı ile ulaşmıştı. Küçük bir parantez açmak gerek: Heteredoks yaklaşımı baştan beri mantıklı bulmayan, faiz indiriminin ülke için felaket olacağını bilen ve buna net bir biçimde karşı çıkma cesareti gösterebilen Sayın Lütfü Elvan’ı bu noktada saygı ile analım ve hemen ekleyelim: Başarı gibi sunulan o günkü manzara aslında tam bir felaketti. Baş döndürücü bir hızla yükselen kurlar, zaten dörtnala giden enflasyonu büsbütün azdıracaktı, bu ise panik havası yaratarak piyasayı allak bullak edecekti. Ekonomi yönetimi gelmekte olan kusursuz fırtınayı, uçurumun kenarında ve sanırım bankacılık kesimi ile yapılan toplantıdaki uyarılardan sonra Aralık ayının üçüncü haftasına girildiğinde algılayabildi. Ve bir gece yarısı operasyonu ile dolar 24 saatte birkaç dakikalığına 10 lira civarına indirildi.

KKM: Ağır Soruna Kekeme Bir Yanıt

Görünüşte başarının sebebi o gece açıklanan KKM yani kur korumalı mevduat imkanının dahiyane bir buluşla her şeyin en iyisini çok iyi bilen büyük ekonomistimiz sayesinde ‘yaratılmış’ olmasıydı. Faizleri arttırmamaya yeminli ekonomi yönetimi örtülü olduğu için KKM uygulamasında, faiz artışını kabul etmekte sakınca görmedi. Döviz sahiplerine liraya geçme karşılığında, kur garantisi de verildi, ayrıca faiz yerine adına ‘mevduat kazancı’ denen yani bir bakıma devlet kesesinden rüşvet de vaat edildi. Cilası kazınıp özüne bakıldığında KKM, aslında Hazineye ek yükler getiriyor, döviz sahiplerine garantiler veriyor ve dolarizasyonu kurumlaştırmış oluyordu. Kanımca KKM, döviz talebini frenlemek için gerçeği gizleyerek örtülü faiz veya mevduat kazancı sunan ve anlaşılmamak için kekeme taklidi yapan ucube programın iflası anlamına geliyordu. Çünkü kurların artması ağır bedellerle ve Hazine için çok riskli yöntemlerle yapay bir şekilde önlenmeye çalışılıyordu. Finans piyasasına bugün sanırım KKM gibi aynı amaca yönelik yeni ürünler sunulacak. Beş bin ton olduğu iddia edilen yastık altı altınların bankalara çekilmesi hedefleniyor, böylece Merkez Bankasına rezerv oluşturulma imkanı sağlanmaya çalışılıyor. Hangi tavizlerle nasıl başarılacak, başarılsa bile temel sorunları çözmedikçe yararı ne kadar sürecek? Göreceğiz. Taşıma suyla değirmen döndürme umudu, bilgi sağlığının ve kara bir inadın ve belki de onca yılın mirasyedi tavrının neticesidir.

Yağmurdan Korunmak İçin Göle Atlamak
Yağmur altında kalmasına ve etrafta başka korunacak yer olmamasına karşılık elinin altındaki şemsiyeyi açmamaya yemin etmiş biri, ıslanmamak için ne yaparsa ıslanmaktan kurtulur sizce? Bizimkilerin kafasına kalırsa, ‘yakınındaki göle atlasın’ diyen doğru cevabı bilmiş. Şaka bir yana, yanlış sorunun doğru cevabı yoktur. O adamcağız ne yaparsa yapsın, muhtemelen ciğerlerini fena halde üşütecek kadar ıslanacaktır. Başını kapatmak İçin başka yerlerini aça aça, dağ başında kafayı yemesi işten bile değildir. Birmyerini kapatmak için başka yerine açmak lafı yaşanmış bir olayı getirdi aklıma. Yazıya onu anlatarak son vereyim. Amerika başkanlarından biri Afrika ülkesini birini ziyaret edecektir. Beyaz Saray protokol görevlileri ön hazırlık için ülkeye giderler. Halk elbette Başkanı sevgi gösterileriyle ellerinde minik Amerikan bayrakları ile karşılayacaktır, tören Amerikada olduğu gibi başka yerlerde de tivide yayınlanacaktır. Ama önemli bir sorun vardır. Çünkü halk, kadını erkeği ile hayatını göbeğinin üstü açık yaşamaktadır. O görüntüleri değiştirmek özellikle kadınlar bakımından şarttır. Çözüm bulunur: Başkan halkı selamlarken televizyonda görünecek kadınların göğüsleri görünmemeli, mutlaka kapatılmalıdır. Afrika yetkilileri anlarlar sorunu, hallederiz o iş kolay derler. Tören günü olanlar olur: Kadınların hepsinin göğüsleri açıktır, protokol yetkilileri anlaşmayı anımsatsa da Afrika tarafı, mesele halledilmiştir, merak buyurmayın der durur. Ve Başkan onları tam selamladığı sırada, bütün kameralar onlara odaklanmışken sadece kadınlar değil erkek kadın herkes alt taraflarını örten etekleri kaldırıp göğüslerini kapatırlar.

Dünyanın tersine gidilerek varılacak huzurlu bir yoktur değerli dostlar. Yorgan küçükse ya ayağınız açıkta kalacaktır ya başınız, ya da .aşka yeriniz. Baş yerine ayaklarınızı kapatırsanız, donmuş bir beyinle bu dünyada haliniz haraptır. Eskiler ehemmi mühime tercih etmeli derlerdi. Emre Kongar bit yazısında güzel açıklamış bu deyimi. ‘Biliyorsunuz, “mühim” önemli demek. Ehemm”, daha önemli, en önemli demek.Ehemmi mühimme tercih etmek: Daha önemli olanı önemli olana tercih etmek…’ Besbelli ki iktidarın derdi seçilmek, ülkenin derdi ise geçinmek. Onun ehemmi toplumunki ile bu nedenle uyuşmuyor. Üstelik seçimler geliyor. Suç yorganın, bu kadar küçük olmasa ne iyi olurdu..

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir